30 Nisan 2011 Cumartesi

Charlotte Fan Club

Muhteşem İkili
Charlotte & Selis
Charlotte bu yıl 7 Nisan'da 35. yaşına bastı. Selis ise muhteşem bir fikirle ortaya çıktı. Rahatlıkla 'Charlotte Fan Club' oluşturabilecek kadar çok seveni olan, Charlotte için bir Orman armağan etmek. 2000 fidan Akpınar köyü çevresinde Charlotte için dikildi.Ardıç, Selvi ve Fıstık Çamları 3 hektarlık deniz kenarında bir araziye ekildi.
Gelebilenler bugün ekime katıldı.

Bu sadece gurubun bir kısmı, elde kazmalarla başladık işe..

Charlotte ile dostluğumuz 10 yıl önce başladı. Birlikte büyüdük, geliştik ve hep sevgiyle birbirimize dokunduk..İyi ki varsın komik şeker..

                                                 Ormancılar duygulanmış, ilk defa bir şahıs için bu kadar çok fidan dikilmiş.Bu yazıyı böyle gördüğünüze bakmayın. Charlotte yakında kurallarını koyacakmış:)) piknik yasak, kibrit yasak,ormanda yürümek yasak gibi:))
Sonrasında Eyüp Belediyesinin Kurt Kemer tesislerinde harika bir kahvaltı, tatlı sohbetler ve voleybol..Ben ise doğanın yeni uyanışına hayran bir dizi resim çektim..

Ağaç Kökleri









Fırtınalar esti, seller bastı.Ama evime birşey olmadı.Zira ben onu kayanın üstüne yapmıştım..(Hatırladığım kadarıyla İncil'den bir alıntı)..İşte böyle güçlü kökleri olmalı insanın.Yaşamak ve yaşatmak için..Her türlü fırtınada ayakta durmak için, bu Dünyada var oldum diyebilmek için, hep birlikte elele..Yalnız tırmanmanın bir keyfi yok ki..

Sevgilerimle

29 Nisan 2011 Cuma

Herşeyin Başı Sağlık

Dr Alevtina ve Sn Günay Apak Biorezonans check up ekranının yanında

Bana Altimed Kavacık'ta biorezonans uygulanırken..

Son iki-üç yılda, dersim sağlık oldu. Genel kriterlere göre ciddi sayılabilecek bir hastalığı yendim. Ancak bu süreçte çok şey öğrendim. Belki birilerine faydam olur diye paylaşmak istedim.Bu nedenle bu yazıyı yazmaya karar verdim.
Herşeyden önce hastalık ortaya çıktığı zaman, kendinize dürüst olun ve sorun: yaşama devam etmek istiyor musunuz? İstiyorsanız, pazarlık yapıyor musunuz, koşullu olarak devam etmek üzere?..Çünkü herşey tam niyetle başlıyor. Hasta yakınlarının da bunu bilmesi uygun olur diye düşünüyorum.
Hasta yakınlarının bol sevgi, şefkat ve özen göstermelerini öneriyorum. Gerçekten hissediyorsanız, yoksa boşverin..
Eğer yaşama tüm hücrelerinizle karar verdiyseniz, o zaman demek ki size bir öğrenme ve arınma süreci sunuldu. Hastalığın sizden istediği değişiklikleri yapın, bırakın sizi eğitsin..

Hastalık aslında birden oluşmuyor, yıllar alıyor oluşması için, ama meydana çıkması geç olabiliyor. Siz herşey güllük gülistanlık zannederken birden haber bir şok etkisi yaratabiliyor. En önemli kısım bana göre bu korku ve kabullenme sürecinden geçebilmek, dramı geride bırakmak ve duygusal tuzaklara düşmemek. Bu konuda gerekirse bir psikologtan yardım alın. Bu aşamadan sonrası çok daha kolay çünkü.

Bana göre hastalık nedir, onu da açıklamak isterim: Bedenin, müthiş bir bağışıklık sistemi var. Bir virüs girdi mi, birçok antikor üretiyor bu virüsü yenmek için. İşleyen antikoru bulduğu zaman, ince ayarlar başlıyor.Bunu giderek mükemmelleştiriyor ve bir kez o virüsü yendi mi, hafızaya yerleştiriyor. Sadece o kişiyi değil, sonraki nesillere genetik miras olarak  bu bilgi aktarılıyor. Yani, bir hastalığı insan ne kadar kendi bağışıklık sistemini kullanarak yenebilirse, o kadar iyi!!!
Bedene birçok bilgi, veri giriyor, bunlar proses ediliyor, gereken yapılıyor. Ancak kanalizasyon sisteminizin kaldıramayacağı kadar çok negatif yüklenmişseniz;beden başa çıkamayacak hale gelmişse, size hastalık olarak geri dönüyor.

Negatif yüklemeler Neler?

*Yanlış beslenme, asidik ağırlı beslenme
*Negatif duygular, üzüntü, öfke, kıskançlık gibi
*Hırs ve beklentilerle dolu olmak
*Stres
*Yetersiz hareket
*Yetersiz su
*Yetersiz temiz hava, oksijen
*Yetersiz uyku, dinlenme
*Aşırılıklar, duygu esrimeleri
*Duygulara alan tanımamak
*Elektronik ortamlarda bulunmak, radyasyon almak

Pozitif yüklemeler Neler?

*Alkali ağırlıklı beslenme
*Olumlu olmak, bol kahkaha, gülümseme
*Meditasyon, yoga, bahçeyle uğraşmak gibi ruhu dinlendiren faaliyetler
*Aşırıya kaçmadan, dengeli hareket, yürüyüş gibi
*Olası olduğunca ph seviyesi yüksek ve bol su tüketmek
*Yaşam enerjisinin güçlü olduğu bol oksijenli ortamlarda bulunmak,
*Bedenin uyku ve dinlenme gereksinimine kulak verip dinlemek ve dinlenmek
*Dengeli olmak, duyguları drama girmeden uygun bir şekilde kanalize edip dışa vurmak
*Yaşamı şükran duygularıyla yorumlamak

Hastalık durumunda bence ideal tedavi hem Tıptan, hem tamamlayıcı tedaviler, hem de Alternatif Tıptan yararlanmak. Hastalığınız akut veya kronik hale gelmişse, hızlı çözümlere gereksiniminiz var. Bu durumda Tıp
öncelikli olarak size fayda sağlayacaktır. Bedeninize aldığınız kimyasalların olumsuz etkilerini elimine etmek için tamamlayıcı tıp ve nefes, reiki gibi yöntemlerle destek vermenizi öneririm.
Birçok alternatif yöntem ve bağışıklık sisteminin uyarılarak devreye girmesi yöntemleri için beden zamana gereksinim duyuyor. Ve her hastalık ve beden farklı bir uygulamaya cevap veriyor. Bunu bulup keşfedene kadar da zamana gereksiniminiz oluyor. Yalnız dikkat edin, beden aynı anda birçok şeyle birden uğraşamıyor. Çok farklı ve fazla uyarıcı gönderirseniz. Teker teker işe yarayabilecekken uygulayacaklarınız, bedeni gereksiz yere yoruyor ve istediğiniz sonucu göremiyor olabilirsiniz.
Yanlış bir uygulama ise, bedenin virüsle uğraşmak için ihtiyacı olan enerjiyi, başka tarafa kullandırıyorsunuz demek oluyor. Bu da tehlikeli olabilir.

Homeopati gibi alternatif yöntemler ise, gerçekten güvenebileceğiniz bir bilirkişi ile çok yakın çalışmayı gerektiriyor. Aldığınız preparatlar ise hastalığa neden olan negatiflikleri, geçmiş duyguları, krizleri size kısa bir süre daha yaşatabiliyor. Kendinizi birden bir öfke krizinin içinde bulabiliyorsunuz,ya da ateşiniz çıkabiliyor. Buralardan geçmeye hazır olacak kadar bilinçli ve sabırlı olmalısınız ve zaman vermelisiniz sürece..Ancak çözüm bu yoldan geliyorsa, kökünden çözümlenmiş oluyor. Size önerim hastalanmadan bu tarz yöntemlere, kişisel gelişim seminerlerine, alkali faaliyetlere başlamak ve hastalanma sürecini engellemek..
Bir ilaç alayım ve bu konuyu unutup hayatıma devam edeyim, ise semptomları ortadan kaldıran bir yaklaşım. Tıp bazı durumlarda bu konuda çok başarılı, bazı durumlarda ise sadece hastalığı bastırıyor ve hastalığı iyileştirmiyor. Belki de ileride daha büyük şeylere neden oluyor.

Tıp olarak sonsuz şükranlarımı İzmir Dokuz Eylül Üniversitesin'deki Prof Dr Ömer Harmancıoğlu, International Hastanesi Prof. Muzaffer Bayhan ve Acıbadem Maslak Hastanesi'nde  Doç Dr. Özlem Er'e sunuyorum.

Ben ümit ediyorum ki, gelecekte tüm tedavi yöntemleri bir çatı altında buluşsun. Her bir durum için uygun olan birleşim ortak bir kararla verilsin. Sağlık alanına kendini adayan herkes çok özel bir misyona sahip ve kendi inanç kalıpları doğrultusunda inandıkları şeyleri uyguluyorlar..

Benim önerim:

1) Hangi yöntemi veya yöntemleri kullanıyorsanız mutlaka teknik bir geri bildirim mekanizmasından yararlanın ve uyguladıklarınızın sonuçlarını görün.
2) Bedeninizi her kimle birlikte şifalandırıyorsanız o kişinin kalbinin açık olduğunu, hem size, hem mesleğine, hem bedeninize saygı duyduğunu hissedin. Seçimlerinizi ona göre yapın.
3)  Hangi yöntemi veya yöntemleri kullanıyorsanız, size korkutucu çıkışlar yapan, başınıza gelebilecek olumsuzlukları fazlasıyla vurgulayan biriyle devam etmeyin. Gücünüzü elinizden alan birini de seçmeyin.
4) Hangi yöntem veya yöntemleri kullanıyorsanız, inandığınızı uygulayın. İnanmadığınız bir şeyin size faydası olmayacaktır. Bir başkasına iyi gelen size de iyi gelecek demek değildir. Sırf bulunduğunuz bilinç düzeyi farkı bile, hastalık birebir aynı olsa da farklı bir yöntemin size iyi gelmesine neden olacaktır.
5) Hiçbir bilgiyi fazla ciddiye almayın, imanınızı güçlendirin, Tanrı'ya teslim olun (sizin inancınız doğrultusunda) ve gücün sizde olduğunu unutmayın. Görünene değil, arzuladığınız olumlu sonuca odaklı düşünün. Bu konuda kendinizi eğitin.
6) Dram senaryoları ile beslenen sohbetlerin bir parçası olmayın, bu tarz insanlardan uzak durun. hastalığınızı tekrar tekrar anlatarak ilgi ve dramın hazzına kendinizi kaptırmayın. Sağlıklı olmak bunların hepsinden çok daha büyük bir haz verecektir size.
7) Sevdiğiniz ve sizi güldüren, mutlu eden faaliyetlere daha fazla zaman ayırın.
8) Hayatın ne kadar güzel ve sonlu olduğunu fark edin (ruhen sonsuzluğa inanıyorsanız da beden olarak sonlu olduğunu kabul edin, siz bu hayatın hakkını verin, diğerlerine bu diyardan gidince odaklanın) ve gerçekten yaşamaya başlayın!!Sevgiyi her geçen gün daha fazla ve öncelikle hayatınıza katın. Bunun anlamı sadece kendi kalbinizi açmak değil, başkalarının sizi sevmesine izin vermek ve kabul etmek..
9) Size verilen her bilginin değerini bedeninize sorarak test edin, rezone etmiyorsa sorgulayın.

Bu açıklamalardan sonra tamamlayıcı Tıp olarak denediğim bunca yöntemden sonra özellikle fayda sağladığım Biorezonanstan bahsetmek istiyorum. Başınıza bir metal bant takılıp, ellerinize çubuklar veriliyor ve ayaklarınız metal tabakalar üzerine yerleştirilerek sizin yukarıda gördüğünüz ekranda olduğu gibi tüm bedenizle ilgili bilgi ediniliyor. Bir nevi 'check up' gibi..Sonra da size uygun bir program oluşturuluyor. Bu program bitkisel haplar, biorezonans (fotoğrafta görüldüğü şekilde), lanta aleti (ellerde çubuk tutularak), magnevis aleti (bir yatakta yatarken, yataktan aktarılan titreşimle), bodydetoks aleti (önceki aletlerle kan dolaşımına karışan toksinlerin atılması, ayaklarınızı bir su dolu bir kaba konulmasıyla) ve harika bir omurga masajı dizisinden oluşuyor.
Amaç bedene, sağlıklı olduğu zaman ki titreşimi hatırlatılarak, bedenin bu yönde çalışmasını sağlamak. Burada en güzel olay sürekli teknik bir geri bildirim aleti olması, ne yönde ilerlediğinizi görmeniz.
Altimed Kavacık'ta bu yöntemle şifama yardımcı olan ve hizmetlerini büyük bir titizlik ve özenle sunan Dr. Alevtina ve Günay hanıma sonusuz teşekkürlerimle.Bir de Nurcan var, bir dakika yerinde oturmayıp sizin bütün ihtiyaçlarınızı anında karşılayan bir melek olarak..Ben çok fayda sağladım, ama siz kendiniz karar verin, Bu süreç için kendinize ve bedeninize bir zaman ayırmanız gerekiyor. Bunu da göze alabiliyorsanız başlayın..

En son olarak: Bütün bunlar benim yaptığım yolculuk sonucu öğrendiklerim, benim şahsi fikirlerimdir.Bilimsel bir açıklama değildir. Lütfen kendinize, kendi yolunuza sadık kalın.İçinize sorun, size uymayan birşeyi kabul etmeyin.

Bir de size asidik ve alkali listesi ekliyorum. Bu liste bana Lifeco http://www.thelifeco.com.tr/ tarafından verilmiştir.

Sevgilerimle


         ALKALİ YİYECEKLER (%75 tüketin)
ASİDİK YİYECEKLER (%25 tüketin)

Yüksek Alkali
Tüm yeşil yapraklı sebzeler (çiğ)
Tüm sebzeler (çiğ)
Baklagil ve tahılların filizleri
Bütün filizlendirilmiş çimler (buğday, arpa vs.)
Yeşil sebzelerin suyu
Deniz yosunları - dulse, wakame, kelp vs.
Limon, satsuma, greyfurt *
Karpuz (çekirdekleriyle birlikte)
Kavrulmamış, çiğ, suda bekletilmiş badem
Avakado
Tüm yemeklik otlar

Alkali
Buharda pişmiş sebzeler / yeşillikler
Tüm olgun meyveler **
Sızma, doğal yağlar (zeytinyağı, ketentohumu yağı, susam yağı ve hindistan cevizi yağı)
Baharatlar ve kurutulmuş bitkiler
Kafeinsiz bitki çayları

Alkali Mineraller
Kalsiyum
Magnezyum
Potasyum
Sodyum (yemeklere tuz ekmeyin)
Silikon
Demir
Manganez


Yüksek Asidik
Tüm etler (kuş etleri, balıklar ve kabuklu deniz ürünleri dahil)
Süt ve süt ürünleri (süt, peynir, yoğurt, tereyağı)
Yumurta
Tüm ekmekler, makarnalar ve işlenmiş tahıllar
Beyaz undan ve buğdaydan yapılmış tüm işlenmiş yiyecekler
Beyaz şeker
Yapay tatlandırıcılar ve kimyasal katkı maddeleri
İşlenmiş çikolatalar ve diğer şekerlemeler
Ketçap, mayonez ve şişelenmiş salata sosları
Kafein - kahve, siyah çay
Alkol (bira, şarap ve diğer alkollü içkiler )
Hazır meyve suları

Asidik
Pişmiş baklagiller ve tahıllar
İşlenmiş soya ürünleri (tofu, soya peyniri vs.)
Patates, mısır
Tam tahıl ekmeği ve tam taneli tahıllar
Konserve ve şişelenmiş tüm sebze ve meyveler
Tüm pişmiş yağlar
Tüm sirkeler
Bal
Kuru meyveler
Tüm sert kabuklu kuruyemişler (çiğ, kavrulmamış badem hariç )

Asidik Mineraller
Fosfor
Klor
Nitrojen
Sülfür
ALKALİ DUYGULAR & AKTİVİTELER
ASİDİK DUYGULAR & AKTİVİTELER

İyi yüreklilik
Sevgi
Minnet
Mutluluk
Kahkaha
Dinlenme
Egzersiz
Pozitif düşünce
Derin nefes alma / Meditasyon
Yeterli alkali su içmek

Kıskançlık
Nefret
Korku
Öfke
Stres
Yorgunluk / uykusuzluk
Hareketsizlik
Sigara / Uyuşturucu kullanımı
Radyasyona maruz kalmak: televizyon, bilgisayar
Susuzluk

28 Nisan 2011 Perşembe

Kızsal Bir Gün


Ben çok sık berbere gitmeyi sevmiyorum. Saçımın kendi halini tercih ediyorum, ama saçımın doğal halinin güzel oturması için de çok iyi bir kesim yapılması gerekiyor. Candancığımın saçlarını da hep çok beğendiğim için, bu sefer ona danışayım dedim. Tavsiyesi üzerine Maya Residence'ta Erdem Kıramer kuaför salonunda Özcan beye saçımı kestirmeye gittim. Çok güzel bir sürprizle karşılaştım, Candan da oradaydı. Çok mutlu oldum..Ve gerçekten de harika bir kesim yapıldı. Özcan Bey saçı özenle kestikten sonra, bir de düz fön çektirip üzerinden tekrar geçti. Her bir tutamla ayrı ilgilendi. 60 Kişinin çalıştığı bu salonun çok sade ve sıcak bir atmosferi var..Çok keyifli dakikalar geçirdim..Ben de kesinlikle öneririm.

Erhan fönümü çekti, Nurşen de saçımı yıkadı..Hepsi de çok özenliydi.

Sonrasında City's Nişantaşı'ndan tanıdığımız Cookshop'un Akmerkez'in karşısında yeni açılan şubesinde Yeşimciğim ile yemek yedik..Mehmet Beyin yönetiminde olan her restorana gidebilirim. Çok başarılı bir işletmeci..

Akmerkez'in yenilenen tuvalet seramiklerini çok seviyorum. Bayanlara kırmızı tonları, erkeklere yeşil tonlarını kullanmışlar..
Bu da favori videolarımdan biri..Belki daha sık gülümseyi hatırlamalıyız. Sokakta yanımızdan geçen insanların o gün ne yaşadığını bilemeyiz, hatta bazen yakınlarımızın bile o an ne yaşadığını bilemiyoruz. Ve belki bir gülümseme onların hayatını değiştirmesine neden olabilir. Kim bilir?

Sevgilerimle

27 Nisan 2011 Çarşamba

Masumiyete Dönüş, Louise Hay Yolunda

Tek Doğru

Eğer haklı olduğunu bildiğini düşünüyorsan, yaratıcılığını öldürüyorsun demektir.
                                                                                                        John Bradshaw

Bu sözü ilk duyduğumda çok etkilendim. Tam olarak algılamam zaman aldı. Aynı zamanda umut da verdi, yaratıcılığımı nasıl geliştirebileceğim konusunda. Hayatımın tıkalı alanlarına ışık getirdi.
Şimdi bir düşünün hayatınızın hangi alanında, ben doğruyu biliyorum ve haklıyım dediniz.
Bu bir kişi hakkındaki hükmünüz olabilir, ilk tanışmalarda tertemiz bir sayfaya başlarsınız o kişiyle. Zaman içinde birbirinizi daha iyi tanımaya başladığınızda, o kişinin kendine özgü niteliklerini öğrenmeye başlarsınız. Ve bir yerde tarafsız gözleminiz kaybolur, o kişiyi belirli bir tanım kutusuna yerleştirirsiniz.
A kişisi, dürüst, geç kalır, tembeldir. B, kişisi sosyal, konuşkan, cimridir gibi..Ne yaptınız bu anda, gerçekliği dondurdunuz. Aynı çektiğiniz bir fotoğraf gibi, halbuki fotoğraf sadece o anı yansıtıyordu, siz çektiğiniz andan itibaren geçmiş oldu ve çektiğiniz nesne harekete devam ediyor. Bu sabit bir nesne, örneğin bir sandalye olsa dahi küçük küçük değişiklikler oluyor, zamanın tozları onu aşındırıyor. Güneş altındaysa uzun zamanda soluyor veya sahibi onu boyatıyor, yerini değiştiriyor, parçalıyor şömineye atıyor gibi..
Belki A kişisi, kendisine emir kipinde konuşulduğunda geçmişten gelen bir öfkesi nedeniyle tembelliği seçiyor ve bir başkasıyla çok çalışkan. Belki B kişisi bir krizden geçiyor ve o anda parası kısıtlı olduğu için cimri gibi davranıyor, krizi aştığı  zaman ise son derece cömert. Ama siz o kişilerin bu yönlerini size tanıtması için onlara bir şans verdiniz mi? Yoksa bir klasöre koyup rafa mı kaldırdınız ? Belki iletişimde ve bakış açınızda yaratıcılığınızı kullanıp bu açılımlara alan tanıyabilirdiniz.
Ya da bir alışveriştesiniz, örneğin bir sandalye alacaksınız. Satıcı size bir rakam söyledi, sizin kafanızda bir rakam var onu söylediniz. Ve pazarlık yaparken, falanca yerde bu tip sandalyeler şu rakama satılıyor. Bundan bir kuruş fazla vermem dediniz. Ve oraya demir attınız..Satan da kendi rakamında direttiğinde tıkandınız kaldınız. Sandalyeyi istiyorsunuz, ama sözünüzden de dönmek istemiyorsunuz ve giderek sinirleniyorsunuz..
İşte tam bu an yaratıcılığınızı devreye sokma anı..O rakama yanındaki gazeteliği de isterim, eve teslim de etmenizi isterim..gibi..
Ya da siz genel geçerli inanç kalıplarından bazılarını benimsediniz. Örneğin, ben turizm kökenliyim. Turizmin büyük bir krizden geçtiği bir dönemde, bu gerçekliği kabul edenler biraraya gelip umutsuz konuşmalar yaparken, bir turizm acentası sahibinin bu konuşmalara hiç katılmayıp, Türkiye'yi o dönem pek de tanımayan bir ülkeden farklı bir yaklaşım uygulayarak birçok turist getirttiğini ve en parlak dönemini yaşadığını bilirim. Bunun yanında turizmin durumu kötü diye inanan, ama falanca şunu yaptı dendiğinde de kendini haklı çıkarmak için bu kişi için ona şu arka çıktı, yoksa birşey yapamazdı, gibi konuşanlar da oldu. Yaratıcılığını kullanan kazandı..
Bugün haklı olmaya değil, yaratıcılığınızı kullanarak kazanmaya ne dersiniz?
Çocuğunuz pembe gövdeli bir ağaç çizdiğinde, ağaç gövdesi pembe olmaz demek yerine, ben nasıl kahveringi dışında başka renkte bir ağaç gövdesi hayal edebilirim diye düşünmeye ne dersiniz?
Haklı olma arzusuyla sınırladığınız hayatınızı daha geniş alanlara taşımaya ne dersiniz?



Sevgilerimle..

Günün Renkleri

 Nişantaşı City's sinema katında benim favori mekanlarımdan Limonata'daydım bugün. Beni tanıyanlar bilir, renkleri ne kadar sevdiğimi.Bugün de renkli aktivitelerle dolu geçti..Çok sevdiğim bir Üniversite arkadaşımla birlikte öğle yemeği yedim. Cem A. bana hep bünyevi (ruhsal) işlerle ilgilisin. Dünyevi işlerden yazmıyorsun dedi. Ama benim bulunduğum yerde böyle bir ayrım yok ki. Fiziksel hayatta yaratılanların tohumları hep ruhsal düzeyde atılıyor. Ben bu süreci hep bir bilgisayar benzetmesi kullanarak açıklamışımdır. Veritabanında hangi dosyayı tıklarsan, ekranda o görünür. Virüslü bir dosya ise görüntü vermeyebilir. Ekrandaki görüntü hoşumuza gitmiyorsa ekranı değil, veritabanındaki dosyayı değiştirmek gerekir..

 Sevgili Zeynep H. sayesinde sanat kültürüm genişliyor. En renkli sanatsal aktivitelere hep onun sayesinde gittim. Daha önce tadı damağımda kalan iki klasik müzik konserinden sonra bugün de Arkın (Mercan Dede)nin resim sergisinde buldum kendimi. Renklerle dolu Dünyası beni uzaklara götürdü. Görmek isteyenler için sergi Süzer Plaza Ekavart Galeri'de 26 Haziran'a kadar açık olacak. Sevenlerin Ordusu adlı serginin bir bölümünde çocukken, kaleydoskopa bakarken girdiğim büyülü Dünyayı tekrar yaşadım. Renkler ve şekillerin içine dalarak, onların danslarını seyrederek güzel dakikalar geçirdim.
Carlitto da bu sergideydi. İlginç bir şey söyledi: İyi olmayan sanat diye birşey yoktur, sanat zaten kazayla ortaya çıkandır..Beni düşündürdü..Bu güzel dakikalar için tekrar teşekkürler Zeynepçiğim..

25 Nisan 2011 Pazartesi

Onbirinci Saat

Herhangi bizim için önemli olan birşeye başlamadan korku hissederiz. Hani şu herkesin bildiği karın sancılarını.Bu sancılar başlamaya yakın bir doruk noktasına ulaşır..O noktada vazgeçme eğiliminde oluruz..Kritik bir andır o..Zihin öyle oyunlar oynar ki insana, öyle kurnazca konuşur ki sizinle: Aman zaten önemli birşey değil, yapmasam da olur, bu kadar sıkıntıya değmez,bir dahaki sefere yaparım, canım aslında..yapmak istiyor, şu kişiye/olaya sinir oldum o nedenle yapmayacağım, hastalandım, zamanım yok aslında başka önemli şeyler var hayatımda ve bunun gibi..Tanıdık geliyor mu size? Eminim herkes en az hayatının br döneminde veya alanında bunları yaşamıştır..
Zihnin, o sesine yenildiğiniz zaman ise hiç de mutlu olmazsınız. Bir bezginlik, bir iç sıkıntısı başlar içinizde.Hayatın zor olduğu, insanların güvenilmez olduğu gibi bir sürü karamsar bakış açıları geliştirir, sizin gibi kapıda kalanların sığınak noktası olan bu genel geçerli inançların arkasına sığınır ve kendi çizdiğiniz çizgiyi aşamamanın verdiği kısıtlanmışlık hissi içinde hapis kalırsınız.
Evren cömerttir, size yeni fırsatlar verir. Siz her fırsatta bir kez daha geçemezseniz eşiği, giderek zorlaşır o adım. Kağnı arabasının çamurlu bir yolda bıraktığı izler gibi derinleşir bu izler ve yolu da yıpratır. Artık bir sonraki sefer o kritik ana o kadar yoğun ve ağır bir duygu yüklemiş olursunuz ki, taşıyamaz olursunuz..Ve gün gelir vazgeçersiniz tamamen..
Nedir bu korku? Bilinmeyene duyulan..Kimileri için başaramama korkusu, kimileri içinse başarma korkusu..Aslında kaybedecek bir şeyiniz yoktur, zaten sıfır noktasındasınızdır..Ama oradayken hep bir umudunuz vardır, kendinizle ilgili üstünlük senaryolarını koruyabileceğiniz hayalleriniz vardır. Başaramazsanız bu hayaller de elinizden gidecektir.
Başarırsanız, hayatınızda birşeyler değişecektir. Ne kadar olumlu olursa olsun, değişim ürkütücüdür. Aşina olduğunuz şeylerin güvenli alanından mahrum kalacak olduğunuzu bilirsiniz. Bunları olumlu veya olumsuz olarak nitelendirmeniz bir fark yaratmaz, değişim başlı başına bir meydan okumadır. Kabuğunuzdan çıkmak zorunda kalırsınız. Bu güvenli ana rahminden çıkma hissini hatırlatır..Ayrıca herbir başarı sizi yeni başarıların beklentisine sürükler. Sıfır noktasında birinin başaramaması ile başarılı olan birinin başaramaması farklıdır ne de olsa..
İşte tüm bunlar karında bir sancı olarak çıkar ortaya..Bir seçim yaparsınız. O kritik anı geçebilirseniz, o adımı atabilirseniz.Birden büyürsünüz. Özgürleşirsiniz. Yapabileceğinizin en iyisini yaptığınızı bildiğinizde sonuca bile aldırmazsınız.Bir daha asla aynı kişi olmazsınız..Sadece doğumgünlerimizde bir yaş büyümeyiz, bu eşiklerden her geçişimizde pastaya bir mum daha eklenmeli aslında..
Burada püf noktası bence, kendimizi büyük hedeflere büyük sıçramalarla değil, yutabileceğimiz kadar büyük lokmalarla taşımamız..Ve yapabileceğimizin en iyisini yapmaya kendimizi adamamız. Disiplin bizim yardımcımız olacaktır..
O eşikten her geçiş daha kolay olacaktır, bir kere de tadını aldınız mı artık yeni eşikler aramaya başlarsınız..
Doğumgünü pastanıza fazladan mumlar eklemeniz dileğiyle..

Arunachala'da Doğum Günü kutlaması

Sevgilerimle..

24 Nisan 2011 Pazar

Ve Dans

Mehmet Rıza Özkan'a teşekkürlerimle..Kendisi Japonya'da 10 yıl kalmış,omurga masajını tüm ayrıntılarıyla öğrenmiş. Bir masaj almanızı öneririm.

Yoga kampı Silivri


                                              Papatyalara bayılırım desem..
                                          karşıdan karşıya geçen tırtıllar..
                                          Yoga golf sahasında..

Haftasonu Silivri'de yoga kampındaydık, sevgili Zeynep G.'le birlikte...Doğa, yürüyüşler ve finalda Silivri Olta Restoran'da harika bir yemek..Balık yemeğe buraya henüz gitmediyseniz, ajandanızı not edin ve mutlaka gidin. İki tane Olta Restoran var, siz sahildekine gidin..Herşey çok lezzetli, tertemiz ve servis de mükemmel.. Herşey çok keyifliydi..Yoga Academy'in düzenlediği bu kamplar, Akif Manaf'ın önderliğinde gerçekleşiyor. Akşamları keyifli interaktif söyleşiler yapılıyor. Akif Bey bir söyleşisinde 'Tekamül yolunda olan bir insan kaybettiği şeye üzülmez.Bir konuyu daha hal ettim diye sevinir' dedi. Bu söz beni çok etkiledi. Bir anda kaybetme korkusunun ne kadar büyük bir ilüzyon olduğunu gördüm. kaybedilecek bir şey yoktu ki. Indecent Proposal filmini seyrederken de  ' Birşeyi çok istiyorsan serbest bırak. Geri dönerse senindir. Geri dönmezse hiçbir zaman senin olmamıştır' diye bir cümle hafızama kazınmıştı.
Birden kavradım..Hayat bir tekamül yolculuğu özünde. Bu gelişim esnasında gereksinim duyduğumuz oyunlar,ilişkiler karşımıza çıkıyor ve öğrenimimizi tamamladığımızda o ilişki, o oyuna artık gereksinim duyulmuyor ve hayatımızdan çıkıyorlar. Geriye, kaybettiklerimize bakmak yerine, ufukta bizim yeni bilinç seviyemize uygun olan yeniyi kucaklamalıyız. Geride bıraktıklarımızın verdiği hediyeleri görmeye hazır olmalı ve şükranla serbest bırakmayı bilmeliyiz. Olan zaten oluyor, direnirsek güçlükle, acıyla oluyor. Akarsak, zarafetle, büyük bir ahenkle oluyor..Yıllar önce birgün Teşvikiye Saray'da bir masada oturuyordum, yer olmadığından yaşlı bir bayanı masama kabul edip etmeyeceğimi sordular. Ben de kabul ettim ve bu bayanla bir sohbete başladım. Ona hayatta temel öğrendiğini bir kelime veya cümleyle özetleyebilir mi diye sordum. O da bana 'kabullenme' dedi. Hayat iniş ve çıkışlarla dolu, acısı da var tatlısı da var..Eğer hiçbir şeyin üstünde fazla durmazsan, geldiği gibi kabul edersen..Çok kolay olur herşey demişti..Bu benim zaman zaman hatırladığım bir sözdür..Kabullenmeyi, akarak ilerlemeyi zorlayan ise beklentiler. Her biri anı olduğu gibi yaşayıp geriye bırakmak yerine, o ana yüklediğimiz anlam ve yorumlar sonradan karşımıza dikenli teller olarak çıkıyor. Diyelim hoş biriyle tanıştınız, hemen hayatımın erkeği/kadını dediniz. Veya ilk söylenen seni seviyorum'lardan sonra, işte hayatımın kadını/erkeği dediniz. Artık 'an' kendi içinde bütünlüğünü kaybetti. O 'an' sonraki birçok ana taşındı..Birlikte geçirdiğiniz veya geçirmediğiniz her bir anı bu beyanatlara boyanmış olarak değerlendirecek, buna uyan anlarda mutlu, uymayan anlarda acı ve hayalkırıklığı yaşayacaksınız. Ve bunu karşınızdakinin, Tanrının ve zihinsel yaratıcılığınızın senaryosuna göre başka bir kişinin hatası olarak görecek ve onu suçlayacaksınız. Halbuki, üzüntünüzün tek kaynağı beyanlarınız, gerçekliğe kattığınız yorumlar ve beklentiler..Sizi sizden başka üzen kimse yok aslında....

Sevgilerimle




22 Nisan 2011 Cuma

Stresin Çağı

Dr. Bruce H. Lipton'un 'İnancın Biyolojisi' adında bir kitabı var, zaman zaman çok bilimsel terimlere kayıp bu terminolojiye hakim olmayan okuyucunun dikkatini kaybetse de içinde çok değerli bilgiler var. Örneğin stresin sağlığımıza etkisi ile ilgili bölüm ve kullandığı anektot oldukça ilginç.
Bir ormanda yalnız başına gezen birinin karşısına aniden bir aslan çıktığında, bu kişinin tüm yaşam gücü karşısına aniden çıkan aslanla baş etmek için kullanılıyor. O sırada bedende dolaşan başka bir virüs, hastalık olsa da yaşam gücü o an önceliğini saptıyor, ilk olarak bu aslanla baş etmeye odaklanıyor. Daha sonra bunu başardığında hastalıkla baş etmek için harekete geçiyor. Aslanla mücadele bir zaman gerektiriyor, ama bittiğinde beden rahatlayabiliyor.
İşte günümüzdeki stresin yaşam gücümüz üzerindeki etkisi bu aslan gibi...Tek farkla, sürekli var!! Bu da yaşam gücünün rahatlayıp içteki mücadelesi için alanın olmasını engelliyor.

Şimdi kendimize ne yaptığımızı görebiliyor musunuz? İşteki ve trafikteki stres yetmiyormuş gibi, rahatlayabileceğimiz alanlarda kendimize fazlaladan stres yaratıyoruz. Nasıl mı? Bir savaş filmi izleyerek, haberleri ve reality programlarını hergün takip ederek..Bir aksiyon filmini örnek alalım. Dehşet senaryolar, çözümü olanaksız gibi görünen durumlar, son dakikada çözümlenir..Size o saniyelerle yarış yaşatılır ve bunu heyecan olarak algılar ve bu heyecana bağımlı hale gelirsiniz. Gününüzün çoğunu zihinsel aktivitelerle geçirdikten sonra, duygularınızdan o kadar koparsınız ki, herhangi bir duygu hissetmeye özlem duyarsınız..İşte bu yaşadığınız heyecan duygusu sizi tekrar canlı hissettirir, bedeli ne olursa olsun..
Ya da işinize o kadar çok zaman harcarsınız ki, arta kalan zaman size aslında yetmez. Uykunuzda yenilenecek olan bedeninize bu alanı tanımazsınız, daha az uyur ve o süreye sevdiğiniz aktiviteleri koymaya çalışırsınız..
Ee bu arada, tüketim ekonomisi, sizi her an uyarır..Şu dondurmayı ye, şu pizzayı al..Reklamlardaki kişiler de manken gibi ve seksidirler..Sanki bu ürünleri yedikleri için bu formdalarmış gibi.. Bir yandan bu kadar toksin yüklenir bedene, diğer taraftan hareketsizlik ve stres..

Beden dirençlidir, çabuk pes etmez..Bu alışkanlıkların etkisi hemen kendini göstermez, bazen yıllar alır..
Siz de bu arada bana birşey olmaz diye dolaşırsınız..

Yolculuğunuz nereye gidiyor siz karar verin..

Sevgilerimle

21 Nisan 2011 Perşembe

Bir Zamanlar Çok Aşıkken..





AŞK

Aşka boyadım tüm renkleri,
Özleminle doluyum..
Var mısın? Yok musun?
Bile bilemeden..
Tek günüm geçmiyor sensiz..
Gökyüzünde geçen bulutsun, denizdeki dalgasın..
Yüzümdeki kahkahasın..
Dopdoluyum seninle..

Uzat ellerini, ellerime..
Gidelim sonsuza beraber
Fırtınalardan, sakin sulardan geçerek
Varalım ahiret kapısına gülümseyerek
Senin sevgin beni, benim sevgim seni beslesin
Güçlenelim aşkla beraber..

Sen de aç kalbinin kapısına ardına kadar
Ben açtım yıllar sonra tekrar
Filizlensin içinde çiçekler,
Açsın pırıltılı baharlar
Gel uzan elime,
Bekliyorum sabırsızca olgunlaşmasını aşkının..
Benimkini içimde büyüterek…

20 Nisan 2011 Çarşamba

127 Saat

iki ay önce 127 saat diye bir film oynadı sinemalarda..Gerçek bir hayat hikayesinden esinlenip de çekilen bir film.
Yalnız başına trekking yapmak için yola çıkan bir gencin, kolunun 127 saat boyunca bir kayaya sıkışması ile ruhunun yolculuğu anlatılıyor bu filmde..
İlk başta Aron (gencin adı) yaşadığını ciddiye almıyor, sonra kabullenemiyor, ‘niye ben’ isyanlarını yaşıyor. Her türlü kendi başına üretebileceği çareyi düşünüyor ve uygulamaya
Çalışıyor. Oldukça da zeki ve becerikli olmasına rağmen başarılı olamıyor. Sonra çaba göstermeyi bırakıp bekliyor..Ve bu arada bütün hayatı fragmanlar şeklinde gözünün önünden
Geçiyor. Ve bir anda anlıyor: Başka türlü zaten olamazdı, tüm hayatı, tüm inanç sistemleri onu bu noktaya taşımıştı..Kalbini sevgiye o kadar kapamış ve tüm yolları o kadar tıkamıştı ki..
Ancak böyle bir dönüşüm noktası onu yolundan döndürebilirdi, ve raydan çıkmış hayatını tekrar raya sokabilirdi.. Nitekim kurtulduktan sonra, hayatında mucizeler yaratarak büyük başarılara imza
atıyor..
 127 Saat - 127 Hours
Kim bilir kaçımız Aron gibi bir dönüşüm noktasından geçtik..Alarm çaldı..Bazen o kadar güçlü çalıyor ki, duymamak olası değil. Bazen de duymadığımızda daha yüksek sesle tekrar çalıyor.
Hayatımızı tekrar raya sokmak için değişimin kaçınılmaz olduğu anlar..Olayın dramına kaptırıp, zavallı ben senaryolarının tuzağına kapılanlar kaybediyor büyük bir fırsatı ve bu senaryoları vazgeçemedikleri bir şarkının nakaratları haline dönüşüyor ve hayatlarının o noktasına takılıp kalıyorlar..Ancak mesajı almak isteyenler, değişimin çetin yollarından geçiyor..Neden çetindir o yol, çünkü alışılmayandır, çünkü sahip olunan tüm korkuların duraklarından geçen yoldur..Çünkü egonun kabul edilmesi ve kırılması önkoşulunun olduğu yoldur bu yol..Kişiye ölüm gibi gelir, bir cehennemden geçiyor gibi bile gelebilir.Ama vardığı yer özgürlüktür, hafifliktir..Mucizelerin, hediyelerin vahasıdır..Yolda 11.saat çalar. Bir sineğe sheltox sıktığınızda ölmeden önce en büyük vızıltıyı ve hızlı hareketi yapması gibi, egonuz, korkularınız da daha önce hiç canlanmadıkları kadar ortaya çıkabilirler..Orada pes ettiniz mi, yazık olur size. Bir sonraki alarm daha güçlü çalacaktır, sınav daha zorlu olacaktır..Ama oraya geçtiniz mi, şaşırırsınız! Bu kadar mıydı? Acaba kurguladıklarım hepsi sadece kafamda mıydı? Bu kadar kolay mıydı diye..

Mucizelerle dolu güzel yaşamlara doğru ilerlemeniz dileğiyle..

Sevgilerimle

Ayşe Kızılöz

17 Nisan 2011 Pazar

Dolunayla Gelen



Ben kimim? Neyim? Bilmiyorum..Tüm geçmiş hesaplaşmaların anlamını yitirdiği bir yerdeyim.
Bir şey bitti..Ama Ne? Bir yaşam? Bir geçmiş? Bir mücadele? Bir sorgulama? Bilmiyorum..Bir yük kalkmış gibi..
Ama aynı zamanda bir yas var içimde..Boş bir masalın içinde dönmüşüm yıllarca..Yine de bu masala yas tutuyorum..
Hiçbir zaman olmamış bir yanılsamaya..Düne, bugüne..Olası yarınlara..Masal Dünyasının içinde olan..
Şimdi neredeyim bilmiyorum..Tanımadığım bir yerde..Bir sessizlik içindeyim..Bir yanım korkuyor, hemen yeni adımlara
Koşmak istiyor.Ama istesem de olmuyor, başka bir şey baskın çıkıyor..Duruyorum durduğum yerde, kıpırdamadan..

O masala bir daha dönmeyeceğimi, dönemeyeceğimi biliyorum.Belki de geriye kalanın sadeliğinden korkuyorum, belki de yalnızlığından, belki de anlaşılamamaktan..

Fazla bir eylem yok bu alanda, sessizlik var. Yalınlık var..Saflık, şeffaflık var…Tutulamayacak kadar hafif, anlaşılamayacak kadar basit..

Bundan sonrasına kelimeler bile fazla..